Kitapçı Dükkanı - Deborah Meyler
Puanım 5/4
New Yorklu Mitchell, çekici görünüşü ve yakışıklılığıyla Esme'nin kalbini çaldığında hayat muhteşem görünüyordu. Ta ki Esme'nin düzenli planında ufak bir sorun çıkana kadar...
Esme, Mitchell'a hamileliğini açıklamak için bir fırsat bulamadan, Mitchell ona, özel hayatlarının artık eskisi kadar heyecan vermediğini söyleyecek ve her şey bitecekti.
Bebek bezinden, gaz çıkarmaya kadar her şeyde uzmanlaşmakta kararlı olan Esme, bir kitapçı dükkânında çalışmaya başlar ve orada, dükkânın sahibi George ve yöneticisi Luke ile teselli bulur. Hayallerinizden vazgeçmeden, hayatın gerçekleriyle yüzleşmek üzerine yazılmış, baştan sona cesur ve keyifli bir hikâye.
Hayallerinizden vazgeçmeden, hayatın gerçekleriyle yüzleşmek üzerine yazılmış bir hikaye iddiası ile satışa sunulan ve tabii ki en büyük ilgi alanım olan kitapçı dükkanında geçen bu kitabı çok büyük bir merakla ve mutlulukla aldım. Okurken hikayenin özünü beğensem de zevk aldığımı söyleyemeyeceğim ancak.. Bunun en büyük nedeni ise yazım hataları, devrik ve yanlış cümleler..
Ana karakter sanat tarihi öğrencisini olduğundan dolayı pek çok bilmediğim kelime mevcut, günlük konuşma ve kendi düşüncelerinde bile, bu da ana karakteri kasvetli bir karakter haline getirmiş. Konunun akıcılığı kesinlikle bu hatalardan dolayı kaybolmuş.
Peki kurguyu çok sevdiğim için mi devamını okudum diye sorarsanız, çok enteresan bir kurgusu yoktu. Ancak bazı karakterler ve konular çok güzel yakalanmıştı. Evsizlerle arkadaşlık etmesi ve ön yargılarının kırılması, hayatımızda ki küçük nezaketlerin, mutluluğu bize hatırlatması gibi.. Özellikle kitaplar üzerine geçen konuşmalara ve The Owl Kitapçı Dükkanında ki karakterlere bayıldım. Genel tarzı Maeve Binchy'yi hatırlattı bana.. Zaten onun romanlarının da her ne kadar sıradanlığını sevsem de dilinden haz etmem.
Esme, ingiliz bir kız olarak bursla geldiği New York'ta, Michelle ile tanıştıktan sonra çok fazla arkadaşa gerek duymuyor. Michelle ise, doyumsuz, zengin, yakışıklı, karanlık bir ruh haline sahip ve inanılmaz bencil, aristokrat bir aileye sahip, depresyonda, oyunbaz, flörtöz ve sayabileceğim bir sürü iğrenç özellikleri karakterinde toplamış bir erkek..
Yanlış anlaşılmasın, kızı hamileliğinde yalnız bıraktığı için bu kadar vasıfsız olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta, gebeliğin sonlanmasını istemişti ve bu olmayınca Esme'yi yalnız bırakabilir. Çocuk sorumluluğu istemeyebilir, bir kaç haftalık kız arkadaşı ile evlenmek istemeyebilir, bunların hiç biri sorun değil. Sorun gerçekten bu özellikleri üzerinde taşıması..
Esme karakterini de sevemedim, erkeklere zamk gibi yapışan kızlardan olmasa da hiç gururu yok. Bu adam ne yaparsa yapsın ama ben seni seviyorum, seni kurtarabilirim diyor. Senin beni kurtarmana ihtiyacım yok cevabı da kalbini kırıyor. Yani kitabın ana hikayesinden çok yan hikayelerini sevdim.
Dikkatinizi çekmiştir ki dört puan verdim. Kesinlikle zaman kaybı olmadı benim için bu kitap ve okunabilir. Ama o yazım hataları, yanlış çeviriler olmasa belki zevkle de okunabilirdi.
Alıntılar
“Helva ve Türk Lokumu,” diyor. “Bunlar Sevinç’in getirdikleri. Ve inanılmazlar. George rafine şeker ya da doymuş yağ yemez ama Sevinç’in şekerleri için bir
istisna yapar.”
“Senede bir kere, İstanbul’daki Kapalıçarşı’dan biraz helva ki helvanın besleyici değeri de var. Ne yapacaksın, dava mı edeceksin beni?”“Onlar benim hayatım. Bu kitaplar benim tüm hayatım.”
“Prospero’nun güçlerini elinden almak istediğinde Caliban ne der bilir misiniz? ‘Unutma, önce kitaplarını alacaksın; onlar olmadı mı o da benim gibi dangalağın biridir.’ ”
“Bir an geliyor ki artık kitaplara ihtiyaç duymuyorsunuz, çünkü hepsi burada oluyor.” Kafasına dokunuyor. “Senin için de öyle. Elinde Fırtına olmasına gerek yok. Prospero senin kafanın içinde. Şanslı kızsın.”
“Mitchell’ın sergilediği acıklı oyunuydu. Bir fırsatını bulup yapacağını biliyordum. Yaptı ve bitti.” “Konuşma fırsatım olmadı. Ama işte benim düşüncem. Bebeğin babasının o olduğunu biliyorum. Ama bence kaç kurtar kendini.”
''Luke, eğer ölürse, annesi tarafından asla kucağa alınamayacak ve ben onu asla göremeyeceğim, asla bebek gibi kokamayacak, asla gökyüzünü göremeyecek ya da bir çiçeği ve ben asla onu göremeyeceğim, Luke, asla göremeyeceğim...”
Bazı zamanlar hayatta olduğunuzu daha fazla hissedersiniz, yaşamanın korkunç olduğundan değil de muhteşem olduğundan acı verici olduğunun farkında olarak.
Birini sırf etrafını saran dikenli tellerin arasından yaralı kalbinin, ta içini gördüğünüz için sevebilir misiniz? Ama ya bu bir hataysa? Ya kendinizi riske atıp tüm o vahşi telleri aştığınızda karşınıza çıkan cevher çekingen bir iyilik değil de, daha büyük zalimlik çıkarsa?
“Şunu kesebilir miyiz? Sana seni sevmediğimi söylüyorum, Esme, seni hiç sevmiyorum ve sen bana yardım etmeye çalışıyorsun. Sanki Florence Nightingale’i sinirlendirmeye çalışıyorum.”
Bu altın bir an. O mükemmel. Tüm anneler bunu söyler. Tüm bebekler öyledir.
Sonraki günlerde anlıyorum ki en iyisi kabullenmek. Kendimizi her zaman gidilen yoldan yönümüzün çok da önemli olmadığı yola alıştırmak en iyisi. Bir başkası için oradasınız siz. En kolayı buna direnmemek, boyun eğin gitsin, razı olun, uyum sağlayın, sevin.
Her saat bunun gibi içimizde yardımseverlik ve cömertlik olduğunu kanıtlayan milyon, trilyon tane şey oluyor olmalı, farkında varmadığımız küçük nezaketler. Varlığımızı sevgiden yakalıyoruz, onu alıp vermekten. Geri kalan her şey çok yetersiz.
Bilmiyorum hem bebeğinizi kendi sütünüzle besleyip hem de aşk hakkında yeni bir şey öğrenmemeniz mümkün mü? Aşk, vermek demek, bir şeyin taşması demek, kendini boşaltması sayesinde tekrar dolan bir taşma.
Esme karakteriyle hayatta olası zorluklara göğüs germe konusunda birçok yöntem beliriyor zihninizde. Sorunlar var çoklar ancak çözümler için çıkmak isteyen sesler çok daha fazla. "Hayallerinize sıkı sıkıya sarılın .eğer hayallerini ölürse, hayat , kanadı kırık ve uçamayan bir kuşa benzer". Hayatın keskin kayaları var.Önemli olan kanadımız kırılsa dahi ağaçlarda yürümektir .
YanıtlaSil